3 Eylül 2011 Cumartesi

Leviathan'a karşı bir Fenersin - I


24 Ağustos gecesi yaşanan gelişmeler ile en baştan beri kurgulanan oyunun ilk bölümünün sonuna gelindi.

Bu sonu FB'nin uğradığı hukuksuzluğa başından beri teşne olanlar malumun ilanı olarak değerlendirdi. FB taraftarı ise ilk raundun tüm çabalara rağmen kaybedilmesi olarak yorumladı.

Öncelikle belirtmek isterim ki operasyonun başından itibaren hep şunu dillendirdim :

"Aklı başında hiç kimse verili futbol düzeni içinde kişi ve kurumların koşulsuz şekilde temiz olduğunu iddia edemez, zira yerleşmiş ve normlaşmış bazı davranışlar bugün en azından teşebbüs olarak tanımlanabilir.

Dolayısıyla medyaya servis edilenler arasında az sayıda da olsa FB aleyhine şüphe doğuran ve polisiye takibi gerekli kılan bulgular olabilir."



Peki böyle bir durumda mantıklı olarak yapılması gereken nedir ?

Yapılan telefon görüşmelerinden alıntılanan ve okuyanda şüphe uyandırma amacı gözetilerek birleştirilen parçaların maddi delillerle ilintilendirilmesi ve adli yargıda savunmanın ve hakimin sınamasına tabi tutulmasıdır.

Oysa adli süreçte sınanarak suçun oluşup oluşmadığı belirleneceğine, kamuoyuna baştan planlı olduğu anlaşılan girişimlerle kestirme yollar telkin edildi !!

Emniyet ve savcılığın iddialarının (hem de suçüstü yokken) sınanmaya ve ispatlanmaya muhtaç bir tez olarak ele alınması gerekirken medya aracılığı ile bu tezler inanmaya hazır kitlelere tartışılmaz gerçekler gibi sunuldu.

Herhangi birinci derece akrabası polis tarafından muğlak gerekçelerle gözaltına alınıp, savcılık teklifiyle mahkeme tarafından cezaevine yollandığında adalet sisteminin çürümüşlüğü ve hak gasplarından (bkz. kanal 7) söz ederek isyan edecek ortalama türk insanı, işin içine büyük oranda medya eliyle oluşturulmuş inançların ve önyargıların girdiği futbol taraftarlığı psikolojisi üzerinden "Türk polisi, savcısı diyorsa doğrudur, vardır bildikleri" noktasına getirildi.

Kamuoyu birçoğu çarpıtılmış konuşma içeriklerinin sızdırılması, fotoğraf ve görüntü söylentileri ile veri bombardımanına tutuldu.

Olay hukuki zeminden kişisel önyargı ve çıkarların şekillendirdiği aktüel kamuoyu tartışmalarına taşınarak gündem niteliksiz ve bilgisiz medya yorumcularının kanaatleri üzerinden manipüle edildi.

Kendi aleyhine tutarsızlıklar ortaya serilmeye başlanınca apar topar yayın yasağı fetvası veren iddia makamı 45 gün boyunca medya lincini işine geldiği için hem yönlendirdi hem de izledi.

Neyin kanıt neyin şüphe olduğu, kimin sanık kimin suçlu olduğunun niteliksel bir anlamı kalmadı.

Çünkü hukuk ve anlam buharlaştırıldı.



Oysa FB'lilerin istekleri şüphe altındaki herhangi kişi veya kurumun rasyonel taleplerinden farklı değildi :

Her demokratik hukuk devletinde olduğu gibi varsa suçun iddia - savunma - itiraz - yargı denetimi basamaklarından geçerek tespit edilmesi ve buna göre karar verilmesi.

Bu kadar yalın.

Asla ve kat'a suçun ispatlandığı bir ortamda ayrıcalık tanınması değil.

Bu yalın istek bile hükmünü bir hafta içinde vermiş geniş kitlelere "ergenekonculuk", "hem suçlu hem güçlü" olmak gibi yansıtıldı.

Ne de olsa Mehmet Baransu, Erman Toroğlu, Kemal Belgin gibileri ; koca bir TS, GS, BJK topluluğu kanaate varmıştı.

E tüm bunlar Sadri Şener'in dediği gibi "Türkiye'nin dörtte üçü" idi.



Kamuoyunda iddia makamı ve medya işbirliği ile oluşturulan bu linç atmosferinde dile getirilen tezler nelerdi ?

Şöyle özetlenebilir :

  • Emniyet ve Savcılık her türlü delili toplamış ve TFF'nin işini kolaylaştırmıştı.

  • Soruşturma gizliliği sürse de TFF YK savcının uygun gördüğü delillere bakarak kanaate göre idari disiplin kararı alabilirdi.

  • TFF kanaat ile karar alamayıp işi yargıya bırakırsa UEFA devreye girer ve ağır yaptırımlar uygulayabilirdi.

Bu tezler baştan beri planlanan stratejinin gövdesini oluşturuyordu ve adımlar bir bir bu iddiaların somutlaştırılmaya çalışılması için atılacaktı.

Türkiye'de verili düzenin çarpıklıklarından da işine gelecek şekilde faydalanan tabii ki suçlananlar değil kamu adına ezici bir otoriteye sahip emniyet - savcılık makamları olacaktı.

Bir camianın ve seçilen hedef isimlerin itibarsızlaştırılması için profil fotoğraflarını sızdırmaktan, operasyon görüntüleri diye alakasız montajlar yapmaya , yetkisiz bir şekilde "19 maçta şike delillendirildi" açıklamasına kadar kamu otoritesinin her türlü ayrıcalığı kullanıldı.

Tabii ki tüm bunlar futbolun temizlenmesi içindi !?



Oysa verili hukuk düzeninde ve TFF'nin özerk yapısında suç örgütü kurma iddiası ile başlatılan böyle bir operasyonun adli basamaklarının yukarıda tanımlandığı haliyle (iddia - savunma - itiraz - yargı denetimi) tam, açık ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi yapısal olarak daha baştan problemliydi.

Böyle bir süreci hızlı ve adli yetkinlikte yürütecek spor mahkemeleri veya özelleşmiş mahkemeler bulunmuyordu.

Ağır Ceza davası olarak görülmeye başlanan bir davada iddianame hazırlığı, duruşmaların başlaması göz önüne alındığında 1 yıla kadar uzanan bir bekleme süreci söz konusuydu.

Böyle bir durumda stratejiyi belirleme gücü tamamen iddia makamının elindeydi.

Zira Türkiye'de iddia makamına tanınan yetki o kadar ölçüsüzdü ki elle tutulur tek bir gerekçe göstermeden genel geçer ifadelerle (delil karartma vb) insanları tutuklamak ve duruşmaların başlamasına kadar aylarca cezaevinde tutmak mümkündü.

Daha ilk duruşmada onlarca tutuklunun serbest bırakılabildiği davalarda kimse dönüp de aylarca hapis yatmanın hesabını adli makamlara soramıyordu. Sorabilmiş olsa bile artık iş işten geçmiş kişi ve kurumlara aylarca hüküm giymiş suçlular gibi muamele edilmiş, itibarları zedelenmiş oluyordu.

Güya hesap sorulan adli yetkililer ise en fazla atama ile yer değiştirme cezasına çarptırılıyordu.

Başka davalarda da uygulanan bu strateji tekrarlandı.

Fakat bu sefer muhatapları Türkiye'nin her katmanına yayılmış, ülkenin en büyük paydası FB camiası idi.

Dahası bu sefer elde (bildiğimiz kadarıyla) telefon konuşmaları dışında suç isnadında kullanılabilecek yeterli somut delil yoktu.

Ve bu durum medya savaşının daha acımasız, geniş bir cephede ve hızlı olarak verilmesini gerekli kıldı.

Çünkü sonucun ligler ve avrupa kupası maçları başlamadan alınması gerekiyordu.



TFF'nin ise kendi gözlemci, hakem vb raporları ile yani kendisine tanınan bilgi toplama yöntemleri ile tespit edemediği ancak kendi yetki alanının dışında (dinleme yoluyla) toplanmış dolaylı bulgularla karar alması gerekiyordu.

Ancak asıl sorun bu değildi.

Elde (bilindiği kadarıyla) suçüstü ile tespit veya delil olarak sunulan telefon görüşmeleri arasındaki illiyet bağını somutlaştıracak yeterli maddi delil bulunmadığından TFF'nin tam yetkili olarak bu davayı kendi özerk kurullarında yürütmesi çıkmaza giriyordu.

Zira TFF'nin tüm dava dosyasını alarak alehyte-lehte delillerle, ilgili maçlara yönelik ve suçlanan kişi ve kurumlar düzeyinde tam ölçekli (Etik Kurul - TFF YK - PFDK - Tahkim) bir adli soruşturma yapması mümkün değildi ve bu durum operasyonu başlatanlar tarafından en başından beri biliniyor, belki de bu yüzden iş özel savcı üzerinden ağır ceza mahkemesine taşınıyor, bugün yapısı ve eylemleri hala muamma olan bir örgütten bahsediliyordu.

Bu yüzdendir ki TFF'nin şekillendirilmesi operasyon öncesi en önemli adımı oluşturuyordu.



Açılan davanın yapısı nedeniyle dosyanın ilgili tüm kısımlarını kullanabilme, savunma alma, gerekirse lehte bilgi toplama gibi kendi soruşturmasını bağımsız olarak yürütebilecek yetkileri kısıtlanmış bir kurum olarak TFF 'nin hukuku işletme yönünde alacağı her karar geciktirme, savsaklama, basiretsizlik vb. deyimlerle eleştirilecek Türkiye'nin dörtte üçünün inanç ve kanaatleri yönünde karar almak hukukun ta kendisiymiş gibi gösterilecekti.

Ne de olsa operasyonun yürütücüsü konumundaki iddia makamını eleştirmek, kararlara ve hukuksuzluğa karşı tavır almak medya tarafından göze alınabilecek bir davranış değildi. (zaten çıkarları onları zorlamadıkça göze de almazlar)

Bu yüzden de medya linci, suçluluğundan kuşku duyulmayan !! FB'li yöneticilere ve her nasılsa yetkili isimlerin çoğunun GS camiasından seçildiği ama başına gelecekteki FB başkan adayının getirildiği TFF'ye, özellikle de öne itilen M. Ali Aydınlar'a yönelecekti.



Stratejinin ilk ayağı bu şekilde öngörülmüş ve Mehmet Baransu'nun da ağzından kaçırdığı gibi (her ne kadar direkt olarak savcıyı bağlamasa da) savcının verdiği tutukluluk kararları ile TFF'nin eli nihai bir karar alması için güçlendirilmişti.

Savcı tutukluluk kararı alıp nöbetçi mahkeme de bu kararı onadığına göre ortada ciddi bir suç olmalıydı.

Yukarıda bahsedilen nedenlerle adli yargının ucu açık bekleme süreci yerine, TFF'nin iddia makamı tarafından uygun görülen delillerle tam ölçekli ve bağımsız bir soruşturma yapmadan kanaatle geri dönüşü olmayan radikal kararlar alması talep edildi.

Bu yapılırken de sporun dinamik yapısı ve disiplin kararlarının özel hukuk alanına giriyor olması tezi işlendi.

Bu elbette kendi içinde tutarlı bir önermeydi; fakat kimse baştan beri operasyonun nasıl yapılandırıldığını verili hukuk düzeninde davanın bilerek ve kasten yetki çatışmaları yaşanacak tarzda ve hukuki sürecin iddia dışındaki basamaklarını kesintiye uğratacak şekilde düzenlendiği üzerinde durmuyordu.

TFF yapısal olarak bağımsız ve tam ölçekli bir adli soruşturma yapma iradesine sahip değildi çünkü bu yol ağır ceza davasındaki özel savcılık iradesine bağımlı kılınmıştı.

Yargılamanın sportif ayağını başlatmak/hızlandırmak da iddia makamının işine gelmiyordu; çünkü bu durumda olası tutuksuz yargılama kararları, soruşturma sürecindeki çarpıklık ve ahlaksızlıklar gündeme gelecek ve kamuoyu baskısı bağlamında rüzgar tersine dönebilecekti. (olası bir suç varlığında bile bu durum belli bir süre yaşanacak davanın güvenilirliği ciddi şekilde zedelenecek, nihai kararı almak zorlaşacaktı)

Yani tüm senaryo ipler iddia makamının elinde kalacak şekilde yazılmış iddia makamı işine geldiğinde yayın yasağı koymuş, işine geldiğinde bir günde kendi koyduğu yurtdışı yasağını kaldırmış, işine gelen belgeleri etik kurula yollarken işine gelmeyenleri gizlilik iddiası ile elinde tutmuştu.

Adil yargılama yoluyla karar alınmasını sağlamakla yükümlü kamu otoritesi süreci hızlandıracak (olası) kanuni/yapısal değişiklikleri uygulamak yerine, nedense bütün meseleyi medya - emniyet - savcılık üçgeniyle kıskaca aldığı, operasyon öncesi şekillendirdiği ve yetki çatışması nedeniyle bağımsız karar alma gücü sınırlanmış durumda bulunan TFF üzerinden çözmek istiyordu.



Tüm bu olup bitenlere vicdan ve hukuk adına karşı çıkanlar , sadece bu yapısal çarpıklıkları dillendirerek kamu otoritesi eliyle bir linç düzenlendiğini savunanlar ise komplocu olarak yaftalanacak ve şikecileri savunma durumuna düşmekle itham edilecekti.

Oysa bir FB taraftarının yazdığı gibi Leviathan'laşan Otoritenin ayak sesleri hiç de uzakta değildi :

"türkiye'de belli çıkarları ya da kesimleri korumak adına her zaman var olagelmiş, genelde devletin belli bir kesimi tarafından tetiklenip, özellikle medya yoluyla psikolojik bir linç şekline bürünen ve bu yolda kıvama getirilen toplumun çoğunluğunun da desteğini alan; sonunda da ya 16-17 yaşındaki bir tetikçi çocuk, ya biber gazlı coplu bir polis, ya üniformasız sarkık bıyıklı bir asker ya da 301. madde gibi tetikçi yasalar yoluyla hedefine darbeyi indiren bir leviathan otoritesidir bu.

bu devasa yapı; içinde polisi de, askeri de, medyayı da, hukuku da, sporu da, dini de, siyaseti de, ekonomiyi de vs. barındırır.

eğer anarşist değilseniz, inandığınız dünya düzeni ne olursa olsun bunlardan bazılarını ya da hepsini gerekli veya saygı duyulması gereken veya da zararsız olarak görebilirsiniz.

hepimiz, hayatın her anında bu bileşenlerden biriyle ya da birkaçıyla karşı karşıya geliriz ya da onların içinde yer alırız. burada temel olarak bir sıkıntı yoktur. mevcut sistemde polise de, askere de, hukuka da ihtiyaç duymaktayız. dini inaçlarımız olabilir. medyayı bilgi almak ya da eğlence amacıyla takip ederiz. sporu, futbolu sevebilir, takımımızın renklerine sevdalı olabiliriz. ekonomik faaliyetler içinde bulunuruz vs.

ama bu karşı karşıya gelişlerin birinde, eğer muhatap olduğunuz ya da ilgilendiğiniz bileşenin, aslında o dev leviathan'ın bir parçası olarak diğer bileşenlerden bazılarını da yanına alıp normal dışı hareket ettiğini görürseniz (göremeyebilirsiniz ya da umursamayabilirsiniz de), burada ya otoritenin belli bir amaç ya da hesap içinde olduğunu görür; sorgulamaya başlar, ona karşı tavrınızı belirler ve gerekirse eyleme geçersiniz ya da otoriteden korku, otoriteye itaat, otoriteye güven, pasifistlik, muhafazarlık gibi çeşitli sebeplerle otoritenin bu hamlesine 'boyun eğer ya da saygı duyarsınız'.

fenerbahçeliler, bir pazar günü temel olarak hukuk ve spor ile karşı karşıya geldiler.

takımlarının yeni yasayla birlikte ağır cezalar gerektiren şike suçunu işledikleri iddiasını okudular, izlediler. fakat daha ilk günden bir şeylerin ters gittiği ortadaydı.

hiç de normal olmayan şekillerde polisin, medyanın, siyasetin ve ekonominin de bu sürece dahil edildiğini gördüler. bunların arkasındaki devasa yapının bir şeyler planlıyor olabileceğini sorguladılar.

bu otorite bu şekilde harekete geçtiğinde; ne medyanın bilgi verme görevini, ne polisin adalete hizmet etme görevini ne de hukuki mercilerin adaleti sağlama görevini olması gerektiği gibi ifa edemeyeceğini, etmediğini gördüler.

ve bunlar arasında en asli ve hayati olanını belirleyip 'adalet' isteyerek sokağa çıktılar."



İşte bu yüzden :

Dünya kurulduğundan beri tekrarlanan vicdanın yeniden inşa edilme süreci, yeni döngüsünü bu sefer FB'lilerin sırtında tamamlayacak.

İşte bu yüzden :

Herşey daha yeni başlıyor !!!





Öngörülen gelecek bölümler:

  1. bölüm : Medya operasyonu

  2. bölüm : TFF'ye biçilen rol

  3. bölüm : UEFA blöfü


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder