10 Eylül 2011 Cumartesi

Leviathan'a karşı bir Fenersin - III


Medyanın "ifade/basın özgürlüğü" çarpıtması dışında dillendirdiği bir savunması daha vardı !! Dünyanın en demokratik ülkelerinde bile kamuya mal olmuş böylesi davalarda dışarı bilgi sızardı.

Medya zaman zaman atlatma haber yapmak için kaynağı bizzat kamu otoritesi olan bilgileri olduğu gibi kullanırdı.


Bu önermeler belli bir noktaya kadar kabul edilebilir ve gerçektir.

Dahası sızmanın olduğu heryerde dolaylı veya direkt bir kullanma/kullanılma ilişkisi de bulunur.

Ancak bu operasyonla ilgili öyle detaylar vardı ki; meselenin kamuoyunun bilgilenme ihtiyacının giderilmesinden çok daha öte bir yönü olduğunu isteyenlere gösteriyordu.


Emniyet - Savcılık - Medya (II)

Lig Devam Ederken

Şüpheleri destekleyecek ve güçlendirecek bulgular daha lig devam ederken ortaya çıkmıştı aslında.



İlk dikkat çeken medya olayı o günlerde kafalarımızda soru işareti oluşturan ama içeriğini tam çözemediğimiz bir haberdi.

Trabzon yerel medyası Eskişehir-Trabzon maçı sonrası bir adamın Eskişehir stadı önünde çekilmiş boy boy fotoğraflarını yayınlıyordu.

Ali Kıratlı adlı bu şahsın Aziz Yıldırım'ın yakınında yer alan, onun adına illegal işler yöneten bir kişi olduğu bilgisi ile birlikte bu kişinin 0-0 beraberlikle biten Eskişehir-Trabzon maçı öncesi stadyum önünde ne işi olduğu soruluyor, kaybedilen liderliğin bu kişinin Eskişehirspor'a FB adına teşvik vermesi ile ilgili olabileceği imaları yapılıyordu.

Böylesi bir durumda aslında basitçe iki ihtimal göz önüne alınabilir :

  1. Trabzon yerel medyasının kendi personeli ile oluşturduğu istihbarat/takip ağı o kadar gelişmiş ki rakip takım adına aracılık yapan şahısları takip ederek TS'nin önünün kesilmesi için gerçekleştirilebilecek olası girişimleri ortaya çıkarabilecek maharete sahipler.

  2. Bu bilgi ve fotoğraflar aslında takibi yapan resmi veya gayriresmi başka bir kurum tarafından sızdırıldı.

Ockham'ın Usturası'nı kullanmayı bilenler için hangi olasılığın daha yüksek olabileceğini tahmin etmek zor değil.



Bu olayın arkasından ilginç bir olay daha yaşandı ki, bu da o günlerde sıradan bir "densizlik" örneği gibi gözüktü hepimize.

Trabzon-Gaziantep maçında açılan "Günahların Takımı Fenerbahçe" pankartı.

Sadece tahkir edici değildi bu pankart.

Aynı zamanda muhafazakar ve milliyetçi yönleri sürekli vurgulanır hale gelen Trabzon şehrinden yükselen bir uyarıydı adeta.

İlginçtir sporda şiddet yasasının çıkmasının hemen ardından gerçekleşen bu olayın üzerine ne Trabzon Emniyeti ne de İstanbul Medyası fazla gitmedi.

Medya tarafından içeriği ahlaki bulunmasa da öyle fazla uzatılacak bir mesele de değildi.

Oysa o pankartı hazırlatanların (çok değil 2,5 ay sonra) kamuoyunu FB tarafından işlendiği iddia edilecek olan günahlara hazırladığı, medyada estirilecek olan o pek meşhur "kanaat" rüzgarının psikolojik öncüllerini tasarladığı son iki ayda yaşananlardan sonra çok da uç bir iddia olarak görünmez herhalde.

Hele o pankartı oraya astırmaması gereken bir numaralı sorumlu Trabzon Emniyeti iken.



Lig devam ederken ortaya çıkan bir diğer gelişme ise "şike" operasyonunun küçük bir provası şeklinde gelişti.

Meşhur Kaan Söylemezgiller - Emre Belözoğlu yazışması iddiası.

Senaryonun aktörleri ise FB'lilere pek yabancı değildi aslında.

Gökçek ailesi

Son 4 yılda iki süper lig kulübünü batıran, son iki yılda FB şampiyonluğa giderken en aptal insanın bile anlayacağı kadar aşikar medya operasyonları ile kamuoyunu FB ve Aziz Yıldırım'a karşı yönlendirmeye çalışan, kendilerine ait dinleme aracı ile dolaştığı iddiası hala sorgulanmayan Gökçek ailesi.

Batırdıkları Ankaragücü'nün en değerli iki oyuncusunu piyasa değerlerinin ortalama beşte bir fiyatına TS'ye satmak zorunda kalmış gibi davranan Gökçek ailesi.

Konu futbolcular arasında olduğu iddia edilen bir yazışmaydı ama bildiğimiz kadarıyla bu henüz doğrulanmadı.

Zira yazışma Kaan ve menajerinin telefonları aracılığı ile yapılmıştı .

Aslında yazışmanın içeriğinden daha ilginci olayların nasıl geçtiği hakkında yazılan senaryo ve televizyonlara taşınma şekliydi.

Kaan, Emre'nin de bağlı bulunduğu menajerlik şirketinde görev yapan kendi menajeri ile FB - AG maçı öncesi telefonda mesajlaşırken başkanları Ahmet Gökçek'in maçla ilgili olarak kendilerine sert oynamaları yönünde yaptığı uyarıları dillendirmiş, bunun üzerine mesajlaşma uygulamasına Emre Belözoğlu adına sert oynamamaları yönünde telkinde bulunan ve ilerde kendisini FB'ye transfer ettireceği vaadi taşıyan mesajlar atıldığı iddia edilmişti.

İddianın bu tarafı etik olarak tartışmaya açık olsa da daha ilginci sonrasıydı.

Emre abisi ile yakın olan Kaan bu mesajı teknik direktörü ve AG idari menajerine göstermiş; bu bilgi bir şekilde TS'ye iletilmiş ve 6-0 FB üstünlüğü ile biten maçın ardından o gece Trabzon'un AKP'li milletvekillerinden biri tarafından televizyona taşınmıştı.

Milletvekili dokunulmazlığı kullanılarak TV üzerinden adeta şike yargılaması yapılıyordu, hem de Türk futbolunda hemen her hafta yaşanabilecek tarzda bir yazışma nedeniyle.

Ancak o günlerde şu soru pek de aklımıza gelmedi.

Daha sonraki ifadelerinde bu yazışmanın futbolcular arasında her zaman yapılagelmekte olan şaka yollu bir üslup taşıdığını söyleyen Kaan bu içeriği neden teknik direktörü ve AG idari menajerine göstermişti ki ?

Örneğin bir sene önce FB maçı öncesi Bursaspor oyuncusu Ozan İpek'in TS kalecisi Onur ile yaptığı görüşmenin (ki bizzat Ozan'ın ağzından somut maddi kazanç temini ifadeleri ile açıklanmıştır) Onur tarafından teşvik iddiası ile teknik direktörü Şenol Güneş'e iletilmesini beklemek ne kadar mantıklı ise Kaan'ın da bu gelişmeyi teknik direktörüne iletmesini beklemek o kadar mantıklı!!

Üstelik Kaan Söylemezgiller AG'nün ilk 11 oyuncusu olmadığı gibi, oyun üzerinde Onur gibi anlamlı bir tesiri bulunabilecek bir oyuncu da değildi ve Emre Belözoğlu ve menajeri ile belirli bir yakınlığı vardı.

Bu senaryonun da bizzat teknik takip verilerinin sızdırılması vasıtasıyla Gökçek ailesi tarafından hazırlanmış olması öyle kolayca gözardı edilecek bir ihtimal değil kanımca.

İşin ilginci bu iddia FB şampiyon olana kadar ne TS ne de AG (bizzat iddia sahipleri) tarafından yargıya da taşınmadı.

Ne zaman FB şampiyon oldu, birkaç gün sonra TV'lerde yeniden Ahmet Gökçek'in sesini duymaya başladık.



Sonrası mı?

Bildiğimiz kadarıyla önce suçlanan FB, ardından iddia sahibi AG olayı yargıya taşıdı.

Daha ilginci somut hiçbir fayda elde edilemeyeceği ortada iken bu iddianın TS tarafından hazırlanan bir dosya ile UEFA'ya şikayet olarak taşınması ve Trabzon yerel medyasının yine tuhaf bir öngörüyle "Fenerbahçe, Juventus gibi kümeye" başlıkları atmaya başlamasıydı.

TS başkanı ve yöneticileri bu iddiadan yola çıkarak federasyonun ligleri tescil etmesini ağır bir dille eleştirdiler.

Oysa bu olay yargı önünde doğrulanmış ve şike teşebbüsü olarak kabul edilmiş olsaydı bile ortada bireysel bir suç girişimi olduğundan liglerin tescilini etkileyecek bir durumdan bahsetmek mümkün değildi.



Psikolojik harekatın UEFA ayağı aslından bu olayla operasyon başlamadan çok önce kurgulanmış ve Nisan ayından beri TS tarafına sızdırılan bilgilerle TS içindeki aktörler kamuoyunu hazırlamak için yönlendirilmişti.

TS yöneticileri bu yönlendirmenin ve yapılacak operasyonun boyutları hakkında kendilerine sızdırılanların ötesinde bilgi sahibi olabilir miydi ?

Bazı tahminleri olsa da sürecin tamamı hakkında bilgi sahibi olmaları bana görece düşük bir ihtimal gibi geliyor.

Onlar da Türk futbol aleminde kısa vadeli hedefler peşinde koşan hemen her yönetici gibi alışılagelmiş medya operasyonları ile belirli sonuçlar almanın peşindeydiler muhtemelen.

Neden mi ?

Emniyet ve savcılık sorgusunda Sadri Şener'e yönlendirildiği iddia edilen sorulara bir daha bakın derim.

Operasyon Süreci

Operasyonun can alıcı ilk bir haftasında yaşananlar da en az operasyon öncesi gelişmeler kadar rahatsız edici bir tutarsızlık sergiliyordu.



İlk iki gün Emenike'nin para sayma görüntüleri ve Sezer Öztürk'ün şike karşılığı transferi bomba olarak patlatılırken, üçüncü gün ilk tutuklama kararları ile beraber yeni iddialar piyasaya sürülüyordu : Şekip Mosturoğlu şikeyi itiraf etmiş, Korcan Çelikay yediği hatalı gole yönelik sorulara yanıt verememişti.



Sağlık problemleri nedeniyle Aziz Yıldırım'dan ifade alınması geciktikçe ve ilk üç-dört günün flaşları sönmeye yüz tutunca emniyet operasyon görüntüleri adı altında Aziz Yıldırım'ın evinden polis eşliğinde alınma görüntülerini başka evlerden çıkan silah ve Sedat Peker fotoğrafları ile montajlayarak İstanbul Bienalin'e aday yeni bir sanat eserine imza attı.

Bunlar da yetmemiş olacak ki operasyonun beşinci-altınci günlerinde okuyanlarda hayretler uyandıran Aziz Yıldırım haberleri sızdırıldı medyaya.

Aziz Yıldırım Bülent Uygun'a FB'ye yenilmelerini sağlayacak olan taktiği vermiş, BJK maçı için hakem Cüneyt Çakır'a talimatlar yağdırmıştı.

Aziz Yıldırım'ın operasyondan haberdar olarak Kıbrıs'a kaçmayı planlamış olduğu dedikodularını manşet yapmakta beis görmeyen gazeteler, TS yöneticisi Nevzat Şakar'ın (ki ismi operasyonun ilk gününden itibaren gazetelerde geçmişti) ifade vermeye çağrıldığında Kıbrıs'da olduğu ve ancak Türkiye'ye döndükten sonra ifade vermeye gidebildiği gerçeği üzerine iki satır yazı bile yazmadılar.

Ne de olsa zaman dedikodu ve spekülasyon zamanıydı, gerçekleri araştırmanın değil.

Ve en sonunda daha savcıya ifade bile vermemişken Aziz Yıldırım'ın profil fotoğrafları sızdırılarak şüpheli görülen kişinin aslında sanık hatta suçlu olduğunu toplumun bilinçaltına nakşetme operasyonu yine bizzat kamu otoritesine bağlı kişiler tarafından yürütüldü.



Bu ve bunun gibi pekçok içerik yazıldı çizildi zaten. (bkz: papazınçayırı)

İlk bir haftada ortaya atılan iddiaların bazılarını tekrarlamamın sebebi başka aslında.

İlginç bir ayrıntı olarak operasyonun ilk 7-8 günlük periyodunda FB merkezli olarak ortaya atılan hiçbir iddia daha sonradan doğrulanamadı ve ne kadar baştan savma şekilde sunulduğu pek tartışma konusu yapılmadı.

Daha da ilginci operasyonun kilidi gibi gösterilen Sivas - Fb maçı zaman geçtikçe gündemde daha gerilere düştü; halihazırda Mecnun Odyakmaz ve Korcan Çelikay hakkında şike yaptıkları ile ilgili bilinen tek tutarlı delil yok.

Oysa Sivas maçının sonucunun savcı ve polisler tarafından bilindiği iddiası operasyonun ilk haftası belirli isimler tarafından ağızlardan düşmeyen bir masal gibi tekrarlandı.

Savcı ise operasyon başlangıcından ancak 45 gün sonra kendisi aleyhine yazılan bir mektup sonrası bu bilgiyi yalanlama ihtiyacı duydu.

Şu anda ise FB ile ilgili iddialar büyük oranda İbrahim Akın ve Bülent Uygun üzerine kaymış durumda.

İlk operasyon dalgasında Sivas maçı üzerinden Mecnun Odyakmaz'ın ve Sivasspor'un sürece dahil edilmesi belki de Sedat Peker ilişkisi üzerinden Aziz Yıldırım'ın çete ve örgüt davasına bağlantılandırılması içindi.

Halihazırda şike/teşvik girişimi ile suçlanan Aziz Yıldırım ve çevresindeki 7-8 kişilik grubun nasıl bir örgüt kurdukları, ceza kanunu bağlamında hangi çete faaliyetlerine giriştikleri bir muamma olmayı sürdürüyor.

Dahası FB için yürütülecek hukuk mücadelesinde ana aktörlerden biri olması muhtemel Şekip Mosturoğlu'nun da neyle suçlandığı bugüne kadar basına sızdırılan bilgiler ışığında açık değil. Muhtemelen Aziz Yıldırım'ın içerde tutulduğu bir süreçte onun dışarda olması ve kulüp adına hukuki süreci yönetmesi ciddi bir risk olarak değerlendirildi.



Yazı dizisinin ilk bölümünde verili hukuk düzeni içinde ağır ceza davası açmanın iddia makamı tarafından nasıl stratejinin ana parçası olarak kullanıldığını, davanın bilerek ve kasten yetki çatışmaları yaşanacak tarzda ve hukuki sürecin iddia dışındaki basamaklarını kesintiye uğratacak şekilde yürütülmek istendiğini detaylı olarak anlatmıştım.

Tüm bunlar stratejinin uluslararası ayağını da şekillendirecekti.

Şenes Erzik'in sorduğu gibi :

Aziz Yıldırım şu anda nerede ?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder