10 Eylül 2011 Cumartesi

Leviathan'a karşı bir Fenersin - II


Yazı dizisinin ilk bölümünde yaşanan süreçte operasyonu gerçekleştirenlerin izlediği stratejinin ana hatları tanımlanmıştı.

Şimdi stratejinin ilk ayağını oluşturan "Emniyet - Savcılık - Medya" üçgeninde yaşanan gelişmeler üzerinde biraz daha ayrıntılı durabiliriz.


Stratejinin diğer ayaklarını oluşturan TFF ve UEFA yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde ele alınacak.

Emniyet - Savcılık - Medya (I)

İlk amaçlanan hedef iddia makamı eliyle ve bağlantılı birkaç gazeteci üzerinden şikeyi ispatladığı iddia edilen bulguların basına sızdırılması yoluyla FB harici kamuoyunda zaten hazır olan algıyı inanca dönüştürmekti.

Polis-Adliye muhabirleri ve son birkaç yılda kendilerine çantalarla belge taşınan birkaç gazeteci başlangıç fitilini ateşlemek için yeterli oldu.

Konu FB olunca rakipleri ile beraber milyonlarca insanı televizyon - gazete başına toplayacak böylesi bir soruşturmanın var olan rekabet ortamında medya kurumları tarafından bir fırsat olarak görülmesi doğaldı.

Açık bir siyasi sistemde, insanların dikkatini sürekli yenilenen ve (görünüşte) ikna edici olan içeriklere yönelterek bilgi kirliliği ortamı yaratmak var olan medya rekabeti dolayısıyla kolaydır.

Ancak açık bir siyasi sistemin asıl avantajı bu bilgi kirliliğine karşı sorgulayıcı, karşıt seslerin de çıkabilmesini sağlayan ifade özgürlüğünde yatar.

Aslında bu özgürlük kağıt üstünde varmış/garantiye alınmış gibi gözükse de , özellikle verili iktisadi-siyasi yapı tarafından sıkı şekilde denetlenen geleneksel medya ortamlarında birazdan bahsedeceğim dillendirilmeyen ama hissedilen toplumsal-psikolojik baskılar nedeniyle kolayca kısıtlanabilir; kamu otoritesi ile çıkar çatışması yaratacağı düşünülen muhalif söylemler medya kuruluşları tarafından kolayca gözardı edilebilir.

Gözardı etme bu yaklaşımın bir yönüdür; diğer yönü ise hangi tutumun veya görüşün makbul olduğunun telkin edilmesinden geçer.

İlginç şekilde operasyonda aslında soruşturma altında olan ama sanki öyle değilmişçesine hareket eden; yaşanan tutarsızlıklara, hukuksuzluklara karşı ses çıkarmayan taraftar toplulukları ulusal medyanın geneli tarafından makbul/ahlaklı kabul edilip övülmekle kalmadı aynı zamanda FB taraftarına da örnek gösterildi.

Aslında bu sorgulayıcı olanın ötekileştirilmeye çalışılmasından başka birşey değildi.

Bu operasyonda en baştan beri gözlemlenen tutarsızlıklara, hukuksuzluklara karşı sorgulayıcı, eleştirel yaklaşım çok daha yüksek sesle dile getirilmeliyken neden sadece olayın muhatabları yani FB'liler bu sorumluluğu üstlendi ?



Bunun yapısal birkaç sebebi var :

  1. Operasyon konusu olan futbol aslında hemen herkesin yıllardır farkettiği ve sezdiği bir kirlenme içinde.

Kimse psikolojik olarak (sezgisel olarak zaten inanılan) kirlenme iddiası karşısında sorgulayıcı konumda olmak istemiyor, zira ahlaki olarak kirlenmeyi savunma ithamını göğüslemek durumuna düşmek istemiyor.

  1. TR'de son 25 yılda gerçekleşen iktisadi, siyasi, kültürel değişikliklerin de etkisiyle futbol taraftarlığı medya eliyle (bilinçli ve bilinçsiz şekilde) güçlendirilen inançların ve önyargıların kök saldığı, giderek mantığın ve sevginin dışlandığı modern, şehirli bir nefret gösterisi halini almaya başladı.

Politik, iktisadi, kültürel açmazların birikmiş sosyal, psikolojik baskısı en avam şekliyle futbol taraftarlığı üzerinden ve kurulan (göz yumulan) şiddet diliyle yönlendirilmeye çalışıldı.

Ne de olsa bu tür bir şiddetin devlet tarafından daha kolay yönlendirilebileceği ve gerekirse önlenebileceği düşünüldü.

Bu durum genç nesilde siyasi, iktisadi, kültürel bir farklılaşmaya dayanmayan, büyük oranda yapay bir karşıtlığa dönüştü.

Ötekinin zararına olan herşeyin (tutarsız ve hukuksuz da olsa) hazza dönüştüğü bir karşıtlığa.

  1. Bu tür operasyonlar aynı zamanda bir "seçilmiş günahkar" psikolojisi de yaratır.

Yani aslında herkesin günaha bulaştığı ve bunun farkında olduğu bir ortamda suçlu ilan edilen(ler) üzerinden kendini ve vicdanını aklama psikolojisi.

Bu durum süreç içinde oluşan tutarsızlık ve hukuksuzlukların görmezden gelinmesine neden olmakla kalmaz, aynı zamanda kişi/kurum(lar)a kendini (göreceli olarak) temize çıkarma olanağı da sağlar.

  1. Bir de operasyonun merkezinde yer alan FB'ye özgü bir durum var.

FB Türk toplumunun etnik, dini, siyasi farklılıklarından bağımsız en büyük ortak paydası olarak yıllar boyu iktidarlarca kullanılmak istenmiş ; diğer kulüplerle karşılaştırıldığında üye alımı/yapısı ve halka daha açık olması nedeniyle toplumsal ve siyasi dalgalanmalardan görece doğrudan etkilenmiş bir kulüp.

Dahası Yalçın Doğan'ın FB Cumhuriyeti kitabında da bahsedildiği gibi kulübün bu yapısal özelliği devletin merkezi kurumlarıyla arasındaki sınırların zaman zaman muğlaklaşmasına yol açmış, özellikle 80 sonrası apolitikleştirme sürecinde diğer takım taraftarlarının siyasi konumlarını tuttukları takım üzerinden (çoğu zaman tutarsız ve gülünç bir şekilde) meşrulaştırma çabası sırasında FB sanki statükonun temsilcisiymiş gibi algılanmaya/gösterilmeye çalışılmıştır.

Bu duruma Aziz Yıldırım yönetimindeki (son 8-9 yılda yapılan hamlelerle sağlanan) kurumsal, finansal üstünlük de eklenince, her fırsatta devletten nemalanmakta beis görmeyen medya kuruluşları ve diğer büyük kulüpler tarafından mantıksızca geliştirilen/desteklenen bir TİRAN illüzyonu oluşturuldu ki bu illüzyonun bir ayağı da "FB medyası" idi.

(FB medyası hakkında daha geniş bir analiz için : papazınçayırı)

Böylece operasyon yürütücüleri kendilerine bir moral üstünlük alanı daha bulmuş oluyordu : TİRAN'ın gücünün sınırlanması



İşte tüm bu toplumsal-psikolojik etkenler iddia makamı tarafından akıllıca kullanıldı.

Gazeteler zaten ne kadar sansasyonel başlık atar, ne kadar ölçüsüz dil kullanırlarsa o kadar satacaklarını varsaydıkları bir ortamda rekabet ediyorlardı.

FB hakkında içeriği doğrulanmayan ama flaş gelişme şeklinde sunabilecekleri her duyumun üstüne atlayarak birbirlerinin üstüne çıkmaya çalıştıkları böylesi bir rekabet ortamında medya için doğal olarak ne insanlık onuru ve haysiyeti ne de güvenilirlik öncelik taşıyordu.

Ne de olsa verili düzende haberlerin güvenilirliğini sorgulama ihtiyacı duymadan, taraftar psikolojisinin ürettiği karşıtlık duygusu içinde kendine aktarılanlara inanmaya hazır geniş bir kitleye hitab ediliyordu.

İddia makamının bu ortamı kullanması için her yeni gün kendi uygun gördüğü başı sonu belli olmayan muğlak ama şüphe uyandırıcı dinleme kayıtları veya ifade dedikoduları sızdırması yeterli oluyordu, böylesi bir medya jungle'nı yönlendirmek için ek bir çaba göstermesine gerek de yoktu zaten.

Görmedikleri fotoğrafları "az sonra" haberciliği ile servis edenler, halka açık bir restorana yönelmiş elinde siyah çanta bulunan adamın şike parası taşıdığını söyleyenler için (ne olacağdı ki ?! bu bir casusluk operasyonu olsaydı aynı siyah çanta devlet sırlarını barındırırken; çantayı taşıyan adam vatan haini olarak yaftalanacaktı) gazetecilik, yıllardır kendilerine servis edilenleri kendi çıkarları ölçeğinde olası en spekülatif ve abartılı şekilde halka yansıtmak şeklinde tezahür etmiyor muydu zaten.

(geçmişten basit bir örnek için : bkz)



Bu kurumları tutarsızlıkları ve ahlaksızlıkları nedeniyle eleştirmeye kalktığınızda alacağınız yanıt da belliydi : basın özgürlüğü

Gerçekte iki tarafı keskin bir bıçak olan "basın özgürlüğü" konusu bu tip durumlarda her nedense sınırsız çarpıtma, sınırsız spekülasyon şeklinde tezahür eder ve hakim odaklara dokunmadığı müddetçe tahkir etme, çarpıtma gayet normal gazetecilik faaliyetleri olarak değerlendirilir.

Örneğin Aziz Yıldırım'ın aslında kamuoyuna hiçbir ek bilgi sunmayan emniyet profil fotoğraflarına bile bu spekülasyon ihtiyacını karşılamak için ilkesiz birkaç kurum tarafından büyük ilgi gösterildi ve bu tercih gazetecilik faaliyetinin doğal bir parçası addedildi.

Sonuç olarak iddia makamının verili medya düzenini kendi lehine kullanması için aslında şartlar büyük oranda hazırdı ve zaman içinde elde edilmiş deneyimler nedeniyle operasyonel ağırlık medya dışındaki alanlara kaydırıldı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder