2 Aralık 2011 Cuma

Yaralı Vicdanlar Tiyatrosu

 

Sporda şiddeti önleme yasası ile ilgili değişiklik tartışılmaya başlandığı andan itibaren bazı siyasetçiler, medyada çıkar birliği bulunan farklı grup ve lobiler 3 Temmuz'dan beri kayıp olan vicdanlarını yeniden keşfettiler.

Bu kişisel keşfin coşkusu ile olacak müthiş bir oyunculuğa da imza attılar doğrusu.

Akademisyeninden gazetecisine, ve siyasetçisine kadar uzanan geniş bir topluluk hep hürmet eder gözüktükleri, yücelttikleri TBMM iradesini sorgulamaya başladı.

Aslında mantık ve entellektüel ahlak çerçevesinde tutarlılık gösterdiği müddetçe en doğal ve demokratik haklardan biridir düşünsel sorgulama.

Ancak günlerdir tv, radyo ve gazetelerde ortaya konan eleştirilere bakıldığında sorgulama görüntüsü altında çelişkili akıl yürütmeler kullanılarak kamuoyunu psikolojik olarak yönlendirme amacı güdüldüğü rahatça görülebilir.

Nasıl mı ?

 

Ortaya konan argümanları analiz etmek yeterli :

 

* Adli soruşturma süreci başlamış, kovuşturma safhasına gelinmiş bir davada ceza hadlerinin değiştirilmesi ahlaki ve vicdani olarak doğru değildir ve hukuka güveni azaltır.


En sık dillendirilen ve görece en güçlü argüman bu.

Ancak her zaman yapıldığı gibi klasik safsata teknikleri ile gerçeğin sadece bir yönü gösteriliyor kamuoyuna.

Çünkü bu argümanın doğru olabilmesi için yapılan değişikliğin içeriğinin de "ahlaki ve vicdani" olarak yanlış olduğu gösterilmeli.

Neden ?

Çünkü hukuki bir normun ne olması gerektiği tartışılırken ana referans normlar silsilesidir. (burada TCK ve evrensel ceza hukuku normları)

Usül (böylesi bir durumda) ancak içeriğin mantıksal analizine bağımlı olarak ele alınabilir.

Eğer içerik kısa zaman aralıklarında değişen bir olguyu ele almıyorsa (ki burada öyle) zamanlama ancak tali bir tartışma başlığı olabilir.

Ancak lobiciler ısrarla içeriği değil, dile getirilme zamanlamasını yani usulü öne sürerek gerçeği iki yönüyle tartışmaktan özellikle imtina ediyorlar.

Neden ?

Çünkü hukuki olgu mantıken reddedilemeyecek kadar açık :

Uluslararası hukuk normları gözetildiğinde ve önde gelen spor ülkelerinde uygulanan cezalarla karşılaştırıldığında bahisle ilişkisi olmayan şike için 5-12 yılla başlayan ceza süreleri önermek tam anlamıyla bir skandal.

Dikkat edilirse lobiciler bu gerçeği reddedemedikleri gibi bir sorun olduğunu da kabul ediyorlar (çünkü tersi onlar için bile savunulabilir değil) , ancak ilk fırsatta tartışmayı "ama" ile tutarsız tali argümanlara bağlayarak ısrarla ceza süresinin ne olması gerektiği ile ilgili tartışmayı es geçiyorlar.

1-3 yılla başlayan ve yöneticiler için belirli oranlarda arttırılabilen ceza sürelerinin ne olması gerektiği ile ilgili en ufak bir önerileri de yok. Zira biliyorlar ki örn: "4-6 yıldan başlasın" gibi bir öneriyi savunmaları da çok zor çünkü uluslararası normlar belli; 4-5 yılı aşan sürelerden bahsetmek pek de mümkün gözükmüyor.

Lobiciler bir gerçeğin daha farkındalar; 4-5 yıldan daha yüksek bir ceza önerisi ile geldiklerinde TCK'da tanımlı daha ağır suçlarla yapılacak bir kıyaslamada da yine tartışmayı kaybeden taraf olacaklar.

(EK: İddianame sonrası "nitelikli dolandırıcılık" suçlaması ile 2-7 yıllık ceza hadlerinin örnek gösterildiğini ekleyebiliriz.)

Yani mantıki kıyas ve analiz ile cezaların daha ağır olması gerektiği argümanını savunamayacaklar !

Mantık temelinde yürütemeyeceklerini anladıkları tartışmayı daha rahat manipüle edilebilir buldukları usül tartışmasına ve ahlaki boyuta taşımak istemeleri bundan.

Dahası "şu aşamada değişiklik ahlaki bir sorun yaratır" tezini de ancak tali argümanlarla destekleyerek ayakta tutabileceklerini de biliyorlar.

 

Sıkça dillendirilen bu tali argümanlara bakalım :

 

1) Bu değişiklik kişiye yönelik bir kanun yapma girişimidir ?

En can alıcı yan argüman bu.

"X şahıs" türü kuşku pompalayan, kriminal bazlı ifadeler kullanan bazı kişiler değişikliğin zamanlaması açısından kişisel olduğunu iddia/ima ediyor.

Bu bir yönüyle doğruymuş izlenimi veriyor insana. Zira yasanın ilk muhatabları 3 Temmuz sürecinde cezaevine yollanan kişiler.

Ancak bu argümana yine mantık zinciri tersyüz edilerek ulaşılıyor aslında.

Nasıl ?

Bakalım :

Üzerinde tartışılan konu ne ?

Ceza hadlerinin değiştirilmesi.

Değişiklik ile ilgili asıl soru ne ?

Bu cezalar dünya normlarına ve TCK'a göre fazla mı? normal mi?

Eğer fazla ise (ki lobiciler de normal diyemiyor) uygulamanın yanlışlığının ne zaman farkedildiğinin bir önemi yok.

Yani esas olan yanlışlığın ne zaman farkedildiği / değişikliğin ne zaman yapılacağı sorusu değil !

Çünkü bu sorunun da cevabı ilk soruya bağımlı : Bu cezalar dünya normları ve örneklerine göre fazla mı? normal mi?

Yanıtımız "fazla" ise değişikliğin özünü, zamanlaması veya muhatabı olan kişiler değil; uluslararası deneyimler ve TCK bazlı hukuki referanslar belirler.

Getirilen ceza hadleri hakkaniyetli mi? değil mi?

Bu sorunun cevabını uluslararası hukuk normlarına değil de değişiklikten faydalanması muhtemel kişilerin kimliğine bağlamak topluma ahlak/vicdan diye satılmaya çalışılıyor

Yani bu tersyüz edişle işi ahlaki bir tartışmaya çevirmeye çalışanlar kamuoyunun bir kısmını şuna ikna etmeye çalışıyor:

Yanlışın farkedildiği anda bu yanlışa muhatab olanların zarar görmesine itiraz edileceğine, yanlışa muhatab olanların kişiliği öne sürülerek yanlışı doğru gibi gösterme çabası verilebilir ve buna ahlaki gerekçeler bulunabilir.

Böylesi bir mantık yürütmeyi ancak Türkiye'deki akademisyen ve siyasiler yapabilir herhalde.

Hukukun şekillenmesinde elbette toplumsal, kültürel, iktisadi değişkenler; çıkar grupları etkili olabilir;  ama hakkaniyetsiz olduğu gün gibi ortada olan bir durumu sadece işine gelmediği için kişi odaklı subjektif yargılarla savunmaya çalışmanın ahlak ve vicdanla ilgisi yok.

İşin ilginç kısmı bu yanlışdan dönülmesi için lobiciler belirli bir kriter de koymuyor, sürecin ucu kasıtlı olarak açık bırakılıyor :

"Yanlış olduğunu kabul ettikleri" AMA "doğrusuna ne zaman dönülmesi gerektiği" hususunda çıkarlarına uygun mantıklı yanıt bulamayan lobiciler tepkilerini de bildik bir manevrayla toplum vicdanının yara almasına bağlamaya çalışıyorlar.

Oysa vicdani olduğu iddia edilen hiçbir tepki tutarlı gerekçelendirmeye dayanmaksızın varlığını südüremez.

 

2) İyi de bu yasayı içerde olanlar yapmadı mı?

Yukarıda analiz ettiğimiz tersyüz safsata yönteminin defosu gözükmesin diye bu tali argüman da mutlaka kullanılıyor.

Hem de defalarca düzeltilmesine rağmen bazı çarpıtma ve yalanlar tekrarlanarak.

Neden?

Yanlışlığa muhatab olanlar aynı zamanda bu yanlışlığın nedeni olarak gösterilerek psikolojik üstünlük elde edilmeye, bu yolla tersyüz etme girişimine ahlaki bir dayanak oluşturulmaya çalışılıyor.

Velev ki doğru ! bu ağır cezaları bizzat içeriye bu yasayla girmiş olanlardan bazıları belirlemiş olsun. Kendilerine uygulanamayacağı kanısı ile böyle hareket etmiş olsunlar.

İyi de içerde bu yasaya göre sadece bu kişiler yatmıyor ki.

Korcan, Tayfur vb ne olacak ?

Yanlışı başkalarının üstüne yıkıp diğer sanıkları da hakkaniyetsiz bir durumla yüzyüze bırakmanın ve özgürlüklerini kısıtlamanın neresi ahlaki ?

Kaldı ki defalarca yalanlandığı bilindiği halde hala bu iddiaları kullanmaya çalışmak başka bir ahlaksızlık.

Bu yasaya kulüpler birliği adına Aziz Yıldırım'ın ne düzeyde etkide bulunduğu henüz muamma, çıkarsa bir de kendisinden dinleriz.

Ama bir şey çok net olarak ifade edildi !

İlk yasanın omurgası TFF adına Yunus Egemenoğlu ve Meclis adına Adalet komisyonu tarafından oluşturuldu ve 5-12 yıllık ceza hadleri bizzat meclis komisyonlarında belirlendi.

O gün yasayı inceletmeye lüzum görmeyen, yasa içeriğinden rahatsız olmayan Cumhurbaşkanımız da onayladı.

Hala bu çarpıklığın tüm sorumluluğunu bizzat kulüpler birliğine ve Aziz Yıldırım'a yüklemek ahlaksızlık değil mi?

Ceza hadlerinin kendileri tarafından belirlenmediğini defalarca açıklamalarına rağmen !

 

3) Anayasa yapmak için biraraya gelemeyen 4 benzemez parti nasıl oldu da biraraya geldi ?

Bu da gizem ve kuşku yaratmaya yönelik, kötü dizayn edilmiş komplo sosu barındıran bir iddia.

Birincisi bu iddia doğru değil.

Daha geçen sene anayasa ile ilgili kısmi değişikliğin pekçok maddesinde partiler mutabakata vardılar.

Mutabakata varılamayan konular ise yargı sistemiyle ilgili değişiklikler ve iktidar partisinin torba değişiklik istemiydi ve süreç bu nedenle referanduma uzandı.

Yani partiler pekala tasarılarda uzlaşabiliyorlar.

İkincisi bu iddia içler acısı bir analiz yoksunluğundan muzdarip.

Anayasa gibi yüzlerce madde içeren, dahası belki bir o kadar detayın da tartışılacağı bir metin üzerinde uzlaşma sağlamakla, "sadece bir suç türünün" cezasının ne kadar olması gerektiği konusunda uzlaşmak arasında galaksiler kadar fark var.

Tartışma başlıklarının artması ile doğacak çıkar çatışmalarının uzlaşmayı önlemesi kadar doğal birşey olamaz.

Oysa birebir örnekleri dünya tecrübesinde rahatça bulunabilen, normları üç aşağı beş yukarı belli bir başlıkta uzlaşabilmenin nesi garip.

Aslında garip birşey yok.

Garipmiş gibi gösterme çabası var.

Bu mantığa göre parlamenter demokrasi diye bir sistemin de olmaması gerekir.

Zira bu kişilere göre normal olan durum şu:

Taraflar basit standartlarda bile uzlaşamazlar.

Bu durumda taraflardan herhangi birinin parlamento çoğunluğuna erişemediği durumlarda parlamentonun feshedilmesi gerekir herhalde. Ne de olsa uzlaşabilmek gibi istisnai bir durum için zaman tüketmek oldukça verimsiz bir yöntem olur.

Dedik ya amaç asıl argümanı tartışmaktan kaçarak insanları mantık temelli bir analiz yapmaya değil duygu temelli seçim yapmaya yönlendirmek.

Suç/örgüt/gizli güçler imalı safsatalarla değişikliğin ne kadar doğru olduğu değil; kimin için yapıldığı öne çıkarılmaya çalışılıyor. Sanki hukuki norm ve doğruların evrensel ölçütleri olmazmış; bu normlar sadece kişiler ve gruplarca belirlenirmiş gibi.

 

4) Yasanın ilk hali meclisden geçerken kulüpler birliği ve değişiklik isteyenler neredeydi ?

Bu akıl yürütmeye göre tasarlama aşamasına katkı verdiğiniz ama meclisden nihai geçiş içeriğine müdahil olamayacağınız kanunlara oluşma süreci esnasında (meclis görüşmeleri - cumhurbaşkanı onayı) muhalefet etmezseniz kanunu sonsuza kadar kabullenmekle yükümlüsünüz herhalde.

Bir tür katolik nikahı yani.

Ya şimdi konuş ya da sonsuza kadar sus.

Oysa sıklıkla ifade edilen "oyun oynanırken kural değişmez" argümanı bu yasanın çıkışı esnasında da geçerliydi.

Üstelik yasayı biçimlendirdiği iddia edilen Aziz Yıldırım'ın takımı şampiyonluk mücadelesi veriyordu.

Böyle bir yarış ortamında sadece Aziz Yıldırım değil herhangi bir kesimin yapacağı itiraz çok rahat bir şekilde aleyhine döndürülebilirdi.

Nasıl mı?

İstediği kadar bu cezanın ağır olduğunu örnekleriyle dillendirsin !!

Kendisine şu söylenecekti :

Ne o ? Niye itiraz ediyorsun ? Sen kendinden eminsen , şikeye bulaşmadıysan itirazın neye ?

Kaldı ki hukuki düzenlemelerin sorunları çoğu zaman uygulama aşamasında ortaya çıkar ve sonradan düzeltmeler hukukun ayrılmaz bir parçasıdır.

Bir hukuki düzenlemenin yapılış aşamasında fark edilemeyen sorunlara sonradan muhalefet etmek hakkı hiçbir koşul altında "yasa çıkarken sen neredeydin ?" koşuluna bağlanamaz. Böylesi bir ülkede de demokrasiden bahsedilemez.

 

Örnekleri çoğaltmak mümkün de hepsi aynı safsata yöntemlerini kullandığından bu kadarı yeter.

Şamil Tayyar'ın yazdığı mektupta fikri acziyetini kapatmak için istanbul dükalığı (trabzon kontluğu, antep prensliği daha gider bu), futbol ergenekonu gibi janjanlı ifadeler kullanıp, bizzat kendi partisi ve genel başkanının da telkin ve baskılara boyun eğdiğini ima etme saçmalığına düşmesi, ceza hadlerinin azaltılması halinde kovuşturmanın sekteye uğrayacağı iddiasını öne sürmesi gibi saçmalıklara cevap vermek için zaman harcamak bile abes aslında.

"Suçlu yarat, delil uydur" yöntemi ile koşar adım polis-savcı devleti formasyonuna yönelen ülkemizde savcılarımızın motivasyonunu kırmamak, onları cesaretlendirmek için mantıksız suç hadlerinin savunulması bile normal karşılanır oldu.

- Tutuksuz yargılama bir hukuk devletinde ne zamandır adaleti sekteye uğratma gerekçesi/aracı oldu ?

- Adaleti sekteye uğratmamak için hakkında iddia olan herkesin cezaevinde tutulması gerektiği görüşünü dillendirmek ne zamandır vicdani/ahlaki tepki oldu ?

- Cumhurbaşkanına "şikeci" diye şikayet ettiğiniz kişilerin suçluluğundan bu kadar eminseniz, adil yargılama sonucunda gerçekten suçlu bulunurlarsa 3 yıldan fazla ceza almaları neredeyse kesin olan kişilerin tutuksuz yargılanmasından neden bu kadar rahatsız oluyorsunuz ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder